22 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye Hakkında Düşünceler II

  " Fakirlere yiyecek dağıtıyorum bana kahraman diyorlar, sonra onlar neden fakir diye soruyorum, bana KOMÜNİST diyorlar."
                                                                                                          Ernesto Che Guevera

     Şimdilerde de birileri fakirlere yiyecek dağıtıyor her sandık başı arifesinde. Fakirin yeni adı "Makarnacı" oldu. Utanıyorlar herhalde Fakir'e fakir demekten. Fakir'e fakir diyemeyince de "Bunlar neden fakir?" diye soramıyor tabii ki hiç kimse. Zaten Sakat'a sakat da diyemiyoruz, birilerine de mecburen Gay der olduk artık. Kapıcılar "Apartman Görevlisi" oldu, pezevenkler muahbbet tellalı, şarkıcılar "sanatçı", sanatçılar "entel takımı", vatanseverler "Ulusalcı", simitçiler "Simit Sarayı" (simit saraylara layık ya ondan), fedailer "Bodyguard" o da olmadı "Secure"... Listeyi uzat uzatabildiğin kadar. Siz bunun adına utanç mı dersiniz, yozlaşma mı dersiniz, aşağılık kompleksi mi dersiniz, vallahi siz bilirsiniz.
    Eskiler "Allah hiç kimseyi açlıkla terbiye etmesin." derlerdi. Etmedi nenecim etmedi, ama başka birileri çıktı ve hepsini açlıkla Terbiyesiz etti sen hiiiiç merak etme. Önce gözü doymaz yaptı onları. Çünkü baktı ki bu insanların karnı pek tok olmasa da gözü tok yahu.  Dur hele bi gözlerini aç bırakalım dediler. Herşeyi serdiler önüne ama "Hooop, dur bakalım, sen öyle kolayca yiyemezsin bu nimetleri, çocukların da öyle kolay yiyemez." dediler. En gözde mahallelerin yanına baraka vari kondular kondurmalarına göz yumdular ki onların bildiği tokluk hakiki tokluk değil yakından görebilsinler diye. Sonra çok mu istiyorsun bunları diye sordular. Ve dediler; O zaman çok çalışacaksın. Aç dedi; ben zaten çok çalışıyorum. Hmmm dedi Bilge (!) adam, o zaman başka bir yol bulacaksın. Nası bir yol diye sordu Aç. Herhangi bir yol dediler. Sen Yol'unu bul da nasıl bulursan bul, her Yol Mübahtır dediler. 
   Aç'ın belki hala gözü tok ama çocuklar gördü bir kere diğer "Tok"ları. Eeee baba bu, kendi Aç, gözü Tok ama yüreği dayanmaz karnı tok gözü Aç yavrucağına bakmaya. En tepeden de icazet de gelmedi mi "Benim memurum işini bilir.", "Ben zengini severim."diye Karnı yarı aç-gözü tok adam titredi önce şöyle bir. Sonra aldı başını ellerinin arasına. Düşündü düşünmesine ama fazlaca vakti de kalmamıştı daha derince düşünmeye. Ortalıkta akıl danışacağı kimse de kalmamıştı doğru dürüst. Ya 1402'lik olmuşlardı ya mahpus, ya da mezardaydılar Akil adamlar. Hepsinden yırtanı da korkudan başını çıkaramaz olmuştu saklandığı kovuğundan. Zaman hızla ilerliyordu "hiç olmazsa gözü tok" adam için. Büyük yarış çoktan başlamıştı, o da en ön saflarda yerini almalıydı bir an önce Karnı tok-Gözü Aç kalmış yavruları için. "Oooofff offf, millet çoktan yolu yarılamıştır" dedi adam, "Ben geç kalmadım inşallah"... Ve başladı koşmaya koşabildiğince hızlı. "Kanaat karlık"çoktan geride kaldı, "Tevazu"nun önünden geçti yıldırım gibi, sonra bir baktı "Onur"u çoktan çiğnemiş ayaklarının altında, "Gurur" mu, o hooo ooo sen nerede kaldın abicim, İlk o idi en arkada kalan görmediniz mi? Bir bir ve inanılmaz bir hızla koşuyordu "Hiç olmazsa Gözü Tok" adam. Ardına bile bakmıyordu. 
   Öyle hızlı koşmuştu ki adam, bu arada çocuklarının gözlerinden sonra karınlarının da aç kalmaya başladığını farkedememişti bile. Hem o gözler eskisinden de aç şimdi. Çünkü "Gerçek Tok işte bunlar" diye adama örnek gösterilenler çok daha besili gözüküyorlardı eskiye nazaran. "Ahhh ben ne yaptım?" bile diyemedi. Aç gözleri nasıl Tok edeceğini de bilmiyordu ki. Toprak'la mı doyuracaktı çocuklarının Aç Gözlerini? 
    Bundan tam 30 yıl önce Fakir niye Fakir diye sormak yasaklandı bu topraklarda dostlar.  


21 Eylül 2010 Salı

Türkiye Hakkında Düşünceler

     Doğup büyüdüğüm, orta yaşı devirmeme rağmen bir kez bile dışına çıkamadığım, içerisinde de her yerini göremediğim ülkem. Aramızdaki ilşki, sevgi ve nefreti bir arada barındıran uzun ve koparılamaz bir bağ, belki de bir aşk hikayesi. Dağını, taşını, denizini, ormanını, köyünü, şehrini sevdiğim biricik ülkem. Evet, biliyorum sevdiklerim listesine insanlarını koymadım. Yok, unuttuğumdan değil, hepsini koyamayacağımdan. Bu yazımı 30 yıl önce yazıyor olsaydım belki de onları da koyardım sevdiklerim listesine ama şimdi 70 milyon insanın ne kadarını sevip ne kadarını -nefret etmesem bile- sevmediğimi kestiremiyorum. Birileri hala %42 varız diyorlar ya, bakmayın siz onlara, sadece bir kesirle ifade edilen 42'nin de ne kadarını sevdiğimden emin değilim, geriye kalan 58'in nekadarını sevmediğimden de..
   Bence büyük değişim, daha doğrusu insanlık erezyonu geçen yüz yılın son 20 yılında başladı bu ülkede. Büyük abiler kocaman genç nüfusu ve dinamikleriyle çok çok daha TÜKETİCİ olmamızı istediler. Tüketmeli ama üretmemeliydik. Yada üretsek bile fazla katma değer yaratmamalıydık. Yani onlardan bol bol "Ara malı" almamı, 12 Eylül darbesiyle vur kafasına al ekmeğini terbiyesi verilmiş, sınıf bilincinden arındırılmış ucuz iş gücüyle o ara malları yine onların bize sattığı basit tezgahlarda işlemeli, ürettiklerimizin de çoğunu içerde tüketerek üste kalan minik küsüratı makul bir bedelle onlara geri satmalıydık. İçerdekiler TÜKET ama TÜKETEBİLDİĞİN kadar TÜKET, ancak öyle mutlu olursun diye şartlandırılıyorlardı. O günlerin minik çocukları şimdi en azından 30'lu yaşlarındalar. Hala tüketiyorlar, arkalarından gelen yeni nesil daha da vahşi tüketici, onlardan sonra gelenler ise tarifler üstü artık. Tüket, tükettiğini yarın unut, hemen tüketecek yeni bir şey ara, merak etme fazla bekletmezler seni, hemen verirler eline tüketecek birşeyler merak etme. Hiç düşündünüz mü 70'li yıllardan onlarca şarkı hala neredeyse ezbere bilinirken özellikle 90'lardan sonra bestelenen hemen hemen hiç bir şarkı bikaç profosyonelin dışında kimsenin ezberinde kalmıyor? Kimse artık öyle güzel besteler yapamıyor mu artık. Bence hayır, bal gibi de yüzlerce hoş şarkı çıktı bu zaman zarfında. Neden bir tanesi bile ezberimizde kalmıyor? Çocuklara bakın çocuklara, anne babalarına aldırmak için avazları çıkana kadar ağlayarak aldırdıkları oyuncaklarını kaçıncı gününde oyuncak sepetinin en altına yollayıveriyolar. Çünkü artık kocaman bir sepet gerektirecek kadar tüketilmiş oyuncakları var da ondan. Kırklı yaşlarda olup da çocukluğunda bir oyuncak sepeti olan kaç kişi vardır bu ülkede?
   Şimdi soruyoruz biebirimize, nereye gidiyoruz böyle diye. Önce bir nereden geldik onu hatırlasak birazcık.

  • Bakkal amcadan Baycan ve Tipitip'ten başka sakız alamadığımız,
  • Sade gazoz un mahalledeki küçük bir atölyede üretildiğ,
  • Aile gezmelerinin davet beklenmeden yapıldığ,
  • Yamalı pantolon giymenin ayıp olmadığ,
  • Babamızın maaşının herşeye yettiği
  • Kredi kartı, borsa endeksi, piyasa (şimdi kullanılan manada), döviz kuru nedir bilmediğimiz
  • Bırakın icra edilmeti senedi protesto olanın cümle aleme rezil olduğ ve kendini rezil hissettiği,
  • Makarna, kömürün dağıtılmadığı,
  • Yardım yapanın kim, yapılanın kim bilinmediği
  • Engelliler dışında her erkeğin eşit süre askerlik yaptığı
  • Hiç bir devlet şirketinin zarar et(tiril)mediği
  • Çocuklaarın sokaklarda güvenle oynayabildiği, ağaçlara tırmanıp komşu bahçeden elma aşırırken bir sesle panikleyip ağaçtan düşerek kolunu kırdığı, onu da hastaneye bahçe sahibinin götürdüğü
  • Doktorların siyah çantalarıyla evlere gelip hasta baktığı
  • Öğretmenlerin saygı gördüğü
  • Çelik çomak vardı, saklanbaç vardı, kör ebe vardı
  • vesaire vesair
      günlerdek geldik bu günlere. BEnim aklıma şimdilik yukardakiler geldi, siz uzatabildiğiniz kadar uzatın bu listeyi. Şimdi birileri çıkıp şu yoktu bu yoktu, şunun kıtlığı vardı falan diyecektir, evet doğru "yokluk" da vardı "kıtlık" da zaman zaman. Ama hemen hemen hepimiz için vardı. Kıtlık da daha adil dağılmıştı, bolluk da. 
    Adına gelişim dediler korkunç değişimin. Hadi bir düşünün "Gelişince" mi daha mutlu olduk yoksa o zamanlar mı daha mutluyduk. Hadi biz o zamanlar çocuktuk, mutlu olmak bizim için çok kolaydı diyelim, sorun bakalım annenize, babanıza, amcanıza, teyzenize; O zaman mı bu zaman mı? deyin bakalım bi. 

   En başa dönersem, bir yanım tüm kalbimle aşıkken bu ülkeye bir yanım nefret ediyor. Dönüştüğümüz, dönüştürüldüğümüz halimizi sevmiyorum. Umut etmek istiyorum ama tutunacak bir dal bulmakta çok zorlanıyorum. İlk defa bu yıl kalbimden geçti, kaçıp başka bir ülkede mi yaşasam diye. Ama yok kopamam ben bu topraklardan, seviyorum bu hayta memleketi. Çünkü sevdiğim de Ben'im sevmediğim de Ben....